a

Facebook

Twitter

Copyright 2020 ULUCA Avukatlık Ortaklığı.
Tüm hakları saklıdır. İzinsiz içerik kopyalanması durumunda, yasal işlem başlatılacaktır.

0850 259 0852

Uluca Avukatlık Ortaklığı Telefon Numarası

Linkedin

İnstagram

Facebook

Twitter

Search
Menu

 

Boşanmada Yoksulluk Nafakasının Talep Zamanı

ULUCA Avukatlık Ortaklığı > Aile Hukuku  > Boşanmada Yoksulluk Nafakasının Talep Zamanı

Boşanmada Yoksulluk Nafakasının Talep Zamanı

Yoksulluk Nafakası

Yargıtay HGK., E. 2017/2649 K. 2021/1148 T. 5.10.2021
T.C. Yargıtay Başkanlığı – Hukuk Genel Kurulu
Esas No.: 2017/2649
Karar No.: 2021/1148
Karar tarihi: 05.10.2021
Belgeyi Lexpera’da Görüntüle
MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi

1. Taraflar arasındaki “boşanma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 2. Aile
Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar taraf vekillerinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk
Dairesince yapılan inceleme sonunda kısmen bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı
direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili 13.11.2013 tarihli dava dilekçesinde; tarafların 08.07.2012 tarihinde evlendiklerini, ortak
çocuklarının bulunmadığını, davalının birlik görevlerini yerine getirmediğini, davacı eşine ev arkadaşıymış gibi
davrandığını, aynı yatakta yatmak istemediğini, ağır hakaret ve küfür ettiğini, müvekkilini aşağıladığını,
mezhebi ile ilgili kötü sözler söylediğini, evden kovduğunu, kapının kilidini değiştirerek eşinin eve girmesini
engellediğini ileri sürerek tarafların boşanmalarına ve müvekkili yararına 50.000TL manevi tazminat
ödenmesine, 16.10.2014 tarihinde sunduğu beyan dilekçesinde ise; dava açıldığı tarihte müvekkilinin
çalıştığını, bu nedenle nafaka talep etmediklerini, ancak şu anda işsiz kaldığını, çalışmadığını, hiçbir gelirinin
bulunmadığını belirterek müvekkili yararına 05.08.2014 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere aylık 750TL
tedbir-yoksulluk nafakası ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili 06.12.2013 tarihli cevap dilekçesinde; tüm iddiaları inkârla, taraflar evlendikten üç ay
sonra kadın eşin ortak konutu ve konutun bulunduğu semti beğenmediğini söyleyerek müvekkilini terk ettiğini,
birlik görevlerini yerine getirmediğini, davacının gece hayatı olduğunu, eve geç saatlerde geldiğini, bu
durumla ilgili eğlence mekânlarında çekilen fotoğraflarını sosyal medyada paylaştığını ileri sürerek tarafların
boşanmalarına ancak boşanmaya sebep olan olaylarda kusurlu olan davacının tazminat taleplerinin reddine
karar verilmesini savunmuştur.

Mahkeme Kararı:
6. Ankara 2. Aile Mahkemesinin 30.03.2015 tarihli ve 2013/1514 E., 2015/294 K. sayılı kararı ile;
tarafların 08.07.2012 tarihinde evlendikleri, aynı yılın ekim ayından itibaren ayrı oldukları, erkeğin kadına
2013 yılının yılbaşı gecesinde “sen Alevi köpeğisin, seninle görüşmek istemiyorum” diyerek bağırdığı, buna
karşılık kadının ise oturduğu yeri beğenmediği, tartışma çıkararak sık sık evi terk ettiği, boşanmaya sebep
olan olaylarda erkeğin ağır kadının ise az kusurlu olduğu gerekçesiyle tarafların boşanmalarına, kadın
yararına 500TL tedbir-yoksulluk nafakası ile 7.500TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:
7. Yargıtay 2. Hukuk Dairesince 17.03.2016 tarihli ve 2015/12613 E. ve 2016/5191 K. sayılı kararı ile;
“…Hüküm davalı erkek tarafından, kusur belirlemesi, manevi tazminat, nafakalar ve ziynetler yönünden;
davacı kadın tarafından ise, yararına hükmedilen manevi tazminat ve nafakaların miktarı yönünden temyiz
edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin
takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davacı kadının tüm, davalı erkeğin ise aşağıdaki bendin kapsamı
dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.

2-Dava, 13.11.2013 tarihinde açılmış, davacı kadın dilekçeler teatisi aşamasında yoksulluk nafakası
isteminde bulunmamış, ön inceleme duruşmasından sonra verdiği 13.10.2014 tarihli dilekçesi ile yoksulluk
nafakası isteğinde bulunmuştur. Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe, ön inceleme
aşamasında ise ancak karşı tarafın açık muvafakati ile iddia ve savunmalarını genişletebilir yahut
değiştirebilirler. Ön inceleme duruşmasına taraflardan biri mazeretsiz olarak gelmezse, gelen taraf onun
muvafakati aranmaksızın iddia ve savunmasını genişletebilir yahut değiştirebilir. Ön inceleme aşamasının
tamamlanmasından sonra ise, diğer tarafın açık muvafakati ve ıslah dışında iddia ve savunma genişletilemez
yahut değiştirilemez (HMK m. 141/1). Davacı kadının, ilk defa ön inceleme duruşmasından sonra ileri sürülen
yoksulluk nafakası isteği, talep sonucunun genişletilmesi niteliğindedir. Aynı oturumda hazır bulunan davalı,
bu isteğe açıkça muvafakat vermemiştir. Bu durumda ıslah da söz konusu olmadığına göre, davacının
yoksulluk nafakası talebi artık incelenemez. Açıklanan nedenlerle, davacının yoksulluk nafakası talebi
hakkında “karar verilmesine yer olmadığına” dair karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesis
edilmesi doğru görülmemiştir,…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:
8. Ankara 2. Aile Mahkemesinin 17.11.2016 tarihli ve 2016/470 E., 2016/1056 K. sayılı kararı ile bozma
öncesi kararda yer alan gerekçenin yanında, TMK’nın 175. maddesi ile düzenleme altına alınan yoksulluk
nafakasının boşanmanın eki niteliğinde olduğu, harca tabi olmadığı, ret veya kabulünün vekâlet ücretini
gerektirmediği, Yargıtay 2 ve 3. Hukuk Daireleri ile Hukuk Genel Kurulu kararlarında kabul edildiği, istikrar
bulan bu görüşün bugün de aynı şekilde devam ettiği, boşanmanın eki niteliğinde bulunan bu istemlerin 1086
sayılı HUMK döneminde boşanma hakkındaki hükmün kesinleşmesine kadar devam eden yargılamada yazılı
ya da tutanağa geçirilmek suretiyle sözlü olarak istenebildiği, ancak 6100 sayılı HMK 141. maddesindeki
düzenlemenin tereddüt oluşturduğu, aynı kanunun 141/1 ve 177/1. maddelerinde yazılı hükümler nedeniyle
karşı tarafın açık muvafakati dışında ıslahın sadece tahkikatın sona ermesine kadar yapılabileceği, ancak
“yoksulluk nafakası yönünden ıslah yapılmasının kabulü halinde” bu kabulün “yoksulluk nafakasının
boşanmanın eki olma niteliğini” yitirteceği, harç alınması ve devamında ret veya kabulü hâlinde vekâlet ücreti
yönünde hüküm kurulması gerekeceği, davacı tarafından yapılması hâlinde harca tabi olacağı, davalı
tarafından yapılması hâlinde ise usulüne uygun harcı ödenerek açılmış bir dava olmadığından bu talep
hakkında karar verilemeyeceği, ayrıca “davası/davacı sıfatı olmayan ve davanın reddini isteyen davalının
davası varmış gibi ıslah yoluyla talepte bulunabileceğini” kabulün de şimdiye kadar ki uygulama karşısında
çelişki yaratacağı, yine ıslah yoluna gidilmesi durumunda, talep boşanma olduğundan ve bu talep üzerinde
herhangi bir tasarrufta bulunulmadan ıslah dilekçesi ile yoksulluk nafakası istenmesinin ıslah olmayıp talebe
yeni talep eklemek niteliğinde olduğu, dava konusu aynen durduğuna göre yapılan işlemin de ıslah
olmayacağı, yoksulluk nafakası hakkında “boşanmanın eki” olduğuna dair görüş değiştirilmediğine göre
çoğun içinde az da vardır kuralının uygulanması gerektiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:

9. Direnme kararı yasal süresi içerisinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

10. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; boşanmanın fer’isi niteliğindeki
yoksulluk nafakası talebinin yargılamanın her aşamasında serbestçe ileri sürülüp sürülemeyeceği, buradan
varılacak sonuca göre davacı tarafça dilekçelerin karşılıklı verilmesi aşamasının tamamlanmasından sonra
ileri sürülen yoksulluk nafakası talebi hakkında “karar verilmesine yer olmadığına” dair karar verilmesinin
gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE

11. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar
görülmektedir.

12. Bilindiği üzere 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Yoksulluk nafakası” başlıklı 175.
maddesi; “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için
diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.”
hükmünü taşımaktadır.

13. Yoksulluk nafakası boşanmanın eşlerle ilgili mali sonuçlarından biridir. Yoksulluk nafakasına
hükmedilebilmesi, maddi koşulların yanı sıra biçimsel koşulların da gerçekleşmiş olmasına bağlıdır. Yoksulluk
nafakasının maddi koşulları; nafaka isteyenin ağır kusurlu olmaması, boşanma sebebiyle yoksulluğa düşecek
olması ile oluşurken, biçimsel koşulları ise; talep, süre ve evlilik birliğinin boşanma ile sona ermesi şeklinde
ayrımlanmaktadır. Yoksulluk nafakası, boşanmanın isteğe bağlı fer’i sonuçları arasındadır. Bu nedenle
hâkim; taleple bağlı olup, kendiliğinden yoksulluk nafakasına hükmedemeyeceği gibi talep miktarını da
aşamaz.

14. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) hükümleri uyarınca, davacı dava dilekçesinde; iddia
etmiş olduğu her bir vakıayı ve bu vakıanın hangi delillerle ispat edileceği hususuna yer vermek zorundadır
(HMK m. 119/1-f.). 1086 sayılı Kanunun 179. maddesindeki düzenlemeye karşılık gelen HMK’nın 119.
maddesi ile dava dilekçesinde bulunması gereken hususların neler olduğu, ilâve unsurlarla birlikte ve daha
geniş olarak düzenlenmiştir. “Somutlaştırma yükü ve delillerin gösterilmesi” başlıklı 194. madde ile tarafların,
hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtme zorunluluğu, yani somutlaştırma yükü
getirilmiş olduğundan, bu yükümlülük gereği, davacının iddia ettiği her bir vakıanın hangi delille ispat
edileceğini, dava dilekçesinde belirtmesi esası da bir yenilik olarak maddede düzenlenmiştir. Böylece,
özellikle ispat konusunda davaların usul ekonomisi ilkesine uygun bir biçimde, makul bir sürede
sonuçlanması hedeflenmiştir.

15. Öte yandan davalı da, dava dilekçesinin tebliğinden itibaren iki hafta içerisinde cevap dilekçesini
sunmalı (HMK m. 127/1), yine cevap dilekçesinde, savunmasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra
numarası altında açık özetlerini, her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğini göstermeli ve taleplerini
belirtmelidir (HMK m. 129). Dava ve cevap dilekçelerinin kapsamına ilişkin ilkelerin tamamlayıcısı niteliğinde
olan HMK’nın 136/2. maddesi gereğince; davacının cevaba cevap, davalının da ikinci cevap dilekçesi
hakkında, dava ve cevap dilekçelerine ilişkin hükümler, niteliğine aykırı düşmediği sürece kıyasen
uygulanacaktır. Davalının süresi içerisinde cevap dilekçesi vermemesi sonucunda davacının da artık 136/1.
maddesine göre cevaba cevap dilekçesi veremeyeceğinin tâbi bulunması karşısında, davalının hiç cevap
dilekçesi vermemiş olması hâlinde hâkim, 136 ve devamı maddelerine göre dilekçelerin karşılıklı verilmesi
aşamasının tamamlanması nedeniyle ön inceleme aşamasına geçecek ve kanundan kaynaklı istisnai hâller
dışında görülmekte olan davaya ilişkin taraflar açısından iddia ve savunmayı değiştirme veya genişletme
yasağı başlamış olacaktır. Nitekim benzer ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 13.02.2020 tarihli ve 2017/2-1288
E., 2020/143 K. ile 30.09.2020 tarihli ve 2017/2-2716 E., 2020/705 K. sayılı kararlarında tartışılarak
benimsenmiştir.

16. Kanun’un 140. maddesi ile düzenleme altına alınan ön inceleme duruşması; ön inceleme aşamasının
yargılamanın başında bazı hususların çözümlenmesine imkân tanıması nedeniyle özel bir öneme sahiptir. Bu
aşamanın başarısı, oturuma doğru şekilde hazırlanılarak, yapılması gereken işlemlerin mahkeme ve
taraflarca doğru bir şekilde yerine getirilmesine bağlıdır. Bu sebepledir ki, ön inceleme duruşmasında
yapılacak işlemler 140. maddenin her bir fıkrasında ayrıca belirtilmiştir. Birinci fıkra uyarınca hâkim; usule
ilişkin hususlarda tarafları dinledikten sonra uyuşmazlığın esasıyla ilgili iddia ve savunmaları dikkate alarak,
tarafların anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları tespit edecektir. Bu belirleme genel bir belirlemenin
ötesinde, tarafların ortaya koydukları her bir somut vakıa üzerinde anlaştıkları veya anlaşamadıkları yönlerin
tespit edilmesi niteliğindedir. İkinci fıkra ise sulhe ilişkin özel bir fıkradır. Taraflar sulh olurlarsa bu durum,
olmazlarsa sulh olmadıkları tutanağa geçirilecektir. Ön inceleme duruşmasında düzenlenen tutanak üçüncü
fıkranın son cümlesinde “…Tahkikat (m. 143) bu tutanak esas alınmak suretiyle yürütülür,…” şeklindeki
düzenleme nedeniyle de özel bir öneme sahiptir. Zira uyuşmazlık çözümlenmişse bu tutanak bir sulh
belgesiyken, uyuşmazlığın devam etmesi hâlinde ise, bu belge adeta yargılamanın yolunu gösteren bir yol
haritası niteliğindedir. Mahkeme, kanunun bu cümlesiyle davanın taraflarına; tutanakta yer almayan
hususların tahkikatın konusu olamayacağı ve tahkikat aşamasında tereddüt edilen bir hâl oluştuğu takdirde
neyin incelenip neyin incelenemeyeceği hususunun bu tutanak uyarınca belirleneceği yönünde söz vermiştir.
Ön inceleme tutanağının bu önemi ve tarafları bağlaması sebebiyle, altının oturumda hazır bulunanlarca
imzalanması gerekmektedir.

17. 6100 sayılı HMK ile yapılan düzenlemelerle amaçlanan; yargılamanın makul sürede
tamamlanmasıdır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 6. maddesi ile düzenleme altına alınan adil
yargılanma hakkının en önemli unsurlarından olan “yargılamanın makul bir süre içinde” bitirilmesi ilkesine
dayanmaktadır. Bu bağlamda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), sözleşmenin tarafı devletlerin yasal
sistemlerini, AİHS şartlarına uyacak şekilde düzenlemekle görevli olduğunu belirtmiştir (AİHM, Zimmerman
ve Steiner-İsviçre, 13 Temmuz 1983, 29. Paragraf). Anayasa’nın 141. maddesi ile de “davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması yargının görevidir” denilerek davaların makul bir süre içerisinde
bitirilmesi gerektiği açıkça düzenlenmiştir.

18. HMK’nın “İddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi” başlıklı 141. maddesi 22.07.2020
tarih ve 7251 sayılı Kanun’un 15. maddesi ile yapılan değişiklikten önceki hâliyle; “(1) Taraflar, cevaba cevap
ve ikinci cevap dilekçeleri (m.136) ile serbestçe; ön inceleme aşamasında (m.137) ise ancak karşı tarafın
açık muvafakati ile iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Ön inceleme duruşmasına
(m.140) taraflardan biri mazeretsiz olarak gelmezse, gelen taraf onun muvafakati aranmaksızın iddia veya
savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilir (m.139). Ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra
iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez. (2) İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi
konusunda ıslah (m.176) ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır.” hükmünü taşımakta iken
“- (1) (Değişik:22/7/2020-7251/15 md.) Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe iddia
veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra iddia veya
savunma genişletilemez yahut değiştirilemez. (2) İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda
ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır.” şeklinde yeniden düzenlenmiştir.

19. HMK’nın 141. maddesine göre; tarafların karşılıklı dilekçelerini verdikleri aşamada, herhangi bir
sınırlamaya bağlı olmaksızın uyuşmazlığın genel çerçevesi içinde iddia ve savunmalarını değiştirebilecekleri
kabul edilmiştir. Dilekçelerin karşılıklı verilmesi aşamasında bu yasağın uygulanmaması ile daha
uyuşmazlığın en başında, karşı tarafın açıklamasını, iddia ve savunmasını tam olarak görmeden, sağlıklı ve
tam bir iddia ve savunma örgüsü kurmanın mümkün ve gerçekçi olmadığı gözetilerek; tarafların
dilekçelerinde rahat, doğru ve sağlıklı bir iddia ve savunma bütünü oluşturmalarını sağlamak olduğu gibi,
maddi ve hukukî nitelendirmeleri uyuşmazlığı çözecek doğrulukta ortaya koymaları amaçlanmaktadır.
Şüphesiz ki bu imkân, sadece cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçesi ile söz konusudur. Bu iki dilekçeden
sonra, hangi ad altında olursa olsun verilecek dilekçeler, sınırlama ve yasak kapsamında kabul edilmelidir.

20. Kanun’un 141. maddesinin 1. fıkrasında 28.07.2020 tarih ve 7251 sayılı Kanun’un 15. maddesi ile
yapılan değişiklikten önceki hâlinin hükümet gerekçesinde, ön inceleme duruşmasının yargılama bakımından
taşıdığı önem nedeniyle tarafların bu duruşmaya katılımını sağlamak amacıyla “gelen tarafın ödüllendirildiği,
mazereti olmadığı hâlde gelmeyen tarafın ise cezalandırıldığı” bir yol izlenmesinin zorunlu olduğu görüşüyle
hareket edilerek, her iki tarafın da ön inceleme duruşmasına gelmesi hâlinde karşı tarafın muvafakati ile
genişletme söz konusu iken, taraflardan biri mazeretsiz olarak gelmediği takdirde, gelen taraf karşı tarafın
muvafakatine gerek olmaksızın iddia ve savunmasını genişletip değiştirebileceği açıklanmıştır.

21. Maddede yapılan değişiklikle, dilekçeler aşaması tamamlandıktan sonra, ıslah ve karşı tarafın açık
muvafakati hariç olmak üzere, iddia ve savunmanın genişletilip değiştirilemeyeceği esası benimsenmiştir.
Gerekçede değişikliğin amacı “sırf ön inceleme duruşmasına katılım sağlanmadığı için aleyhte iddia ve
savunmanın rahatlıkla genişletilebilmesi veya değiştirilebilmesinin” silahların eşitliği ilkesinin ihlali olarak
açıklanmıştır. Bu ihlalin “davayı takip etmediğinde davayı inkar ettiği kabul edilen ve duruşmaya katılma
zorunluluğu bulunmayan davalı taraf” yönünden çok daha güçlü bir şekilde ortaya çıkabilme ihtimali üzerinde
durulduktan sonra adil yargılanma hakkı, ayrıca uyuşmazlığın ön inceleme aşamasında netleşmesini
sağlaması sayesinde, ön inceleme duruşma tutanağının “yargılamanın yol haritası” olma özelliğini
güçlendireceği gerekçelerine de yer verilmiştir.

22. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde; davacının dava dilekçesinde yoksulluk vakıasına
dayanarak davalıdan yoksulluk nafaka talebinde bulunmadığı ve davada bu hâliyle dilekçelerin karşılıklı
verilmesi aşamasının tamamlandığı, mahkemece yapılan ön inceleme duruşmasına her iki taraf vekilinin de
katıldığı, mahkemece uyuşmazlık konusunun boşanma ve maddi-manevi tazminat istemlerine ilişkin
olduğunun belirlendiği, bunun doğal sonucu olarak taraf delillerinin belirlenen uyuşmazlık konusuna göre
toplandığı, davacı vekilinin tahkikat aşamasında yoksulluk vakıasına dayandığı, davalının ise bu talebe açık
bir muvafakat vermediği anlaşılmaktadır.

23. Yukarıda açıkça anlatıldığı şekilde; yoksulluk nafakası, taraflar arasında boşanmanın mali
sonuçlarından biri olması nedeniyle boşanma davasında fer’i talep olarak ileri sürülebilmekte ve şartları
oluştuğu takdirde boşanma kararının fer’isi olarak kararda yer alması nedeniyle uygulamada boşanmanın eki
niteliğinde görülmektedir. Boşanma davası ya da boşanma kararı olmaksızın bağımsız yoksulluk nafakası
davasının görülmesi mümkün değildir. TMK’nın 178. maddesine göre yoksulluk nafakasının boşanma
davasından sonra talep edilmesi hâlinde usulüne uygun şekilde yargılama yapılarak tamamlanmış bir
boşanma davası sonucunda belirlenen kusur durumu esas alınarak karar verilebilmektedir. Aralarında
böylesine bir bağlantı bulunmasına karşın, yoksulluk nafakası davasının boşanma davasından bağımsız,
kendine özgü koşulları bulunmakta ve boşanma nedeniyle yoksulluğa düşme vakıasının ispatı hâlinde
kabulüne karar verilmektedir. Karşı tarafın bu iddiaya yönelik Anayasa ile temel hak olarak garanti altına
alınmış karşı ispat hakkının da bulunduğu kuşkusuzdur.

24. Tüm bu açıklamalar ve tahkikatın ön inceleme duruşma tutanağına göre yapılacağı hükmü
karşısında, mahkemece taraflar arasında yoksulluk nafakası yönünden uyuşmazlık olduğu hususu ön
inceleme duruşma tutanağı ile tespit edilmesi hâlinde ancak bu talep hakkında olumlu olumsuz karar
verilebileceği, aksi takdirde ön inceleme duruşma tutanağı ile tespit edilmeyen konularla ilgili karar
verilmesine yer olmadığına dair karar verilmesi gerektiği, böyle olunca davaya konu yoksulluk nafakası
talebinin iddia ve savunmanın değiştirilmesi veya genişletilmesi niteliğinde olduğu, aksinin kabulü hâlinde
aleyhe dayanılan vakıa hakkında karşı tarafın ispat hakkının elinden alınarak hukukî dinlenilme hakkının ihlal
edileceği gözetilmeksizin mahkemece istemin boşanmanın eki niteliğinde olması nedeniyle serbestçe,
yargılamanın her aşamasında ileri sürülebileceği gerekçesiyle kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya
aykırıdır.

25. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında bir kısım üyelerce, mahkemece verilen
direnme kararının onanması gerektiği, direnme gerekçesinin isabetli olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de, bu
görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

26. Hâl böyle olunca; Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması
gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup, direnme kararı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen
nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla
uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince
BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar
düzeltme yolu açık olmak üzere, 05.10.2021 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY
Davacı dava dilekçesinde iddiasının dayanağı olan vakıaları (HMK 119/1-e) ve talep sonucunu (HMK
119/1-ğ), davalı da cevap dilekçesinde savunmasının dayanağı olan vakıaları (HMK129/1-e) ve talep
sonucunu (HMK 129/1-g) gösterir. Taraflar dilekçeler aşamasında iddia ve savunmalarını serbestçe
değiştirebileceklerinden (HMK 141/1) ikinci dilekçelerinde yeni vakıalara dayanabilirler. İddia ve savunmanın
genişletilmesi yasağı (HMK 141/1) başladıktan sonra taraflar karşı tarafın açık muvafakatı olmadıkça yeni
vakıalara dayanamazlar. Çünkü yeni vakıalara dayanmak iddia veya savunmanın değiştirilmesi anlamına
geleceğinden bu yasak başladıktan sonra yeni vakıalara da dayanılması ve yeni bir talep sonucunda
bulunulması mümkün değildir.

Bu düzenlemeler her davanın açıldığı tarihteki duruma göre karara bağlanacağını belirten 28.11.1956
tarihli, 1956/15 E. 1956/15 K. sayılı içtihadı birleştirme kararında varılan sonuca da uygundur. Çünkü her
davanın açıldığı tarihteki duruma göre karara bağlanacak olması dava tarihinde dayanılacak vakıaların belli
olması ve bu vakıalara dayanılarak elde edilmek istenen talep sonucunun da ne olduğunun da belirlenebilir
olması nedeniyle bunların davanın başında bilinip ileri sürülmesi de gereklidir. Dava tarihinden sonra
gerçekleşen vakıaların ileri sürülememesi ve hükme esas alınmaması da yine her davanın açıldığı tarihe
göre karara bağlanacak olmasının bir sonucudur.

İddia ve savunmanın genişletilmesi yasağı önceden bilinebilir ve belirlenebilir olmanın bir sonucu olup, bu
yasak getirilmekle tarafların dilekçeler aşamasında tüm iddia ve savunmalarını ortaya koymaları sağlanarak,
tahkikat aşamasında yeni vakıalar ve yeni talepler ileri sürmeleri ve buna bağlı olarak davaların sürüncemede
kalması önlenmek istenmiştir.

Alacak veya tazminat davasında iddia ve savunmanın değiştirilmesi yasağı uygulanır. Çünkü ancak
doğmuş bir zarar veya muaccel bir alacak için dava açılabilir ve muaccel olmayan bir alacak, henüz
doğmamış bir zarar için dava açılmasında hukukî yarar yoktur.
Ancak hukukumuzda henüz muaccel olmayan alacaklar ve ileride doğacak zararlar için de dava
açılmasını mümkün kılan hükümler vardır. Örneğin işgücü kaybı tazminatı ve destek yoksunluğu
tazminatında talep edilen miktarlar dava tarihine kadar gerçekleşen zararlar kadar dava tarihinden sonra
gerçekleşecek zararları da kapsar. Hatta dava tarihinden sonrası için gerçekleşecek muhtemel vakıalar da bu
tazminat miktarlarını belirler.

Bu tazminatların niteliği nedeniyle dava tarihinden sonra gerçekleşen vakıalar da iddia ve savunmanın
değiştirilmesi yasağına tabi olmaksızın bu davalarda ileri sürülebilir. Örneğin tazminat isteyen eşin yargılama
sırasında evlenmiş olması, 25 yaşına kadar tazminat hesaplanacak kız çocuğunun 19 yaşında işe girmiş ve
çalışıyor olması, işgücü tazminatı isteyenin gelirlerinde gerçekleşen artışlar, tazminat isteme hakkı olan anne
veya babadan birinin ölmüş olması, iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın ileri
sürülebilir. Çünkü bu vakıalar bu tazminatların ileride muaccel olacak kısımları da kapsaması nedeniyle
niteliği gereği hâkimin dikkate alması gereken vakıalardır. Uygulamada da bunların ileri sürülmesi iddia ve
savunmanın genişletilmesi yasağına tabi sayılmamakta ve bu yeni vakıalar esas alınarak tazminat
miktarlarının belirlenmesinde sakınca görülmemektedir.

Boşanma davasında istenen yoksulluk nafakasında da benzer bir durum vardır. TMK 175/1. maddesinde;
Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek tarafın, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer
taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebileceği düzenlenmiştir. Bu nafaka; ayrı dava veya
karşı dava açılmasına gerek olmaksızın, talep hakkında harç yatırılması gerekmeksizin görülmekte olan
boşanma davasında bu nafaka istenebilecek ve hâkim de boşanmanın fer’i olarak bu nafakaya
hükmedebilecektir.

Davacının boşanma davası sürerken bu davayı müstakil olarak açması mümkün değildir. Çünkü
doğmamış bir alacak için dava açılmasında hukukî yarar yoktur. Ancak yasa bir imkân tanımış ve henüz
muaccel hâle gelmeden boşanma davası içinde bunun istenebilmesini ve boşanmanın fer’i olarak
hükmedilebilmesini mümkün kılmıştır.
Hâkim buna hükmederken boşanma davasının açıldığı tarihteki koşulları değil, hüküm anındaki koşulları
dikkate alacaktır. Kişi bu nafakayı talep ettikten sonra durumu iyileşmiş ve yoksulluğa düşmesi söz konusu
olmayacaksa talebin reddi mümkün olacaktır. Bunun tersi de gerçekleşebilir. Kişi dilekçeler aşamasında yoksulluğa düşmeyeceğini düşünerek bunu talep etmemiş olabilir.

Örneğin bir işte çalışması veya gelir getiren bir taşınmaza sahip olması nedeniyle bunu
istememiş olabilecektir. Ancak kişi yargılama sürerken işten çıkarılmış veya taşınmaz mülkiyetini kaybetmiş
olabilir. Bu yeni olgular yoksulluğa düşme sonucunu doğuracaksa kişinin yoksulluğa düşmesi dilekçeler
aşamasından sonra gerçekleşmiş olacaktır.
Sonradan gerçekleşen yeni vakıaların ve bundan doğan talep sonucu hakkının, boşanma davasında
istenecek yoksulluk nafakası için de ileri sürülebileceği ve bunun iddia ve savunmanın genişletilip
değiştirilmesi yasağına tabi olmadığının kabulü gerekir. Çünkü yoksulluk nafakasında önceden bilinebilirlik ve
belirlenebilirlik mevcut olmadığı gibi bu talep her davanın açıldığı tarihteki duruma göre karara bağlanacağı
ilkesine de tabi değildir.

Yoksulluk nafakasının boşanma davasıyla bağlantısı da kişinin yoksulluk nafakası talep etmemesine
neden olabilir. Çünkü kusurun tümüyle davacıda ve kendisinin kusursuz olduğunu bu nedenle boşanma
davasının reddi gerektiğini düşünen davalıdan, bu talebiyle bağdaşmayacak şekilde boşanmanın fer’i olan
yoksulluk nafakası talep etmesi de beklenemez. Ancak davalı yargılama aşamasında kendisine az da olsa
kusur yükleyen delillerin dosyaya girdiğini görünce boşanma kararı verilebileceğini düşünerek Kanunun
boşanmanın fer’i olarak kendisine isteme hakkı verdiği yoksulluk nafakası isteminde bulunmak
isteyebilecektir. Bu özelliği itibarıyla dahi davalıdan yoksulluk nafakası talebini mutlaka dilekçeler aşamasında
sunması beklenmemeli ve başta istemediği bir sonuç olan boşanmaya bağlı bir talebi sunmaya da
zorlanmamalıdır.

Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde davacı
dilekçeler aşamasında yoksulluk nafakası isteminde bulunmamış ise de tahkikat aşamasında bunu talep
etmiştir. Bu nafaka talep tarihinde muaccel bir alacak olmayıp, hükmedilebilirliği ve miktarı dava tarihinden
sonra gerçekleşecek vakıalara da bağlı olduğundan iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağına tabi
olmaksızın sonradan istenebileceğinin kabulü gerekir.

Mahkemenin dilekçeler aşamasından sonra da bunun
istenebileceği ve buna hükmedilebileceği yönündeki kabulü usul hükümlerine aykırı değildir.
Belirtilen nedenlerle direnme uygun bulunarak miktarı incelenmek üzere dosyanın özel daireye
gönderilmesi gerektiği görüşünde olduğumuzdan, açık muvafakat veya ıslah olmadıkça bunun
istenemeyeceği, gerekçesiyle hükmün bozulması yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyoruz.

Yorum Yok

Gönder